18 Dakika Okuma Süresi İnsan + Yapay Zeka

Post, Persona, Beğeni: Instagram'da Dijital Anlatı İnşası

İçindekiler

Cover image for Post, Persona, Beğeni: Instagram'da Dijital Anlatı İnşası

“Instagram bir hikâye evrenidir: Algoritma kurgucu, biz hem anlatıcı hem karakter”

Günümüz sosyal medyasına yalnızca bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda bir anlatı inşa etme ve hikâyeleştirme ortamı olarak da bakabiliriz. Önceki bir çalışmada X’i (Twitter) bir dijital tiyatro sahnesi olarak ele almıştık; bu kez Instagram’ı bir anlatı kurma aracı olarak inceleyeceğiz. Kullanıcıların hayatlarını estetik bir hikâye gibi sunduğu, dijital hikâyeleştirme tekniklerinin devrede olduğu, algoritmaların görünmez bir kurgucu gibi hangi hikâyelerin öne çıkacağına karar verdiği bir mecra: Instagram. Bu platformda her paylaşım, her “hikâye (Story)” aslında büyük bir otobiyografik anlatının parçasıdır. Bu yazıda Instagram’da benlik performansı, estetize edilmiş hikâyeler, algoritmik dikkat ekonomisi, influencer anlatıları, viralleşme dinamikleri ve takipçilerle kurulan anlatı ilişkisi gibi temaları kuramsal bir mercekle (Barthes, Ricoeur, Bruner, Butler, Baudrillard gibi düşünürlerin kavramları aracılığıyla) ele alacağız. Amaç, Instagram’ı bir anlatı kurma aracı olarak anlamak ve dijital çağda kimliklerimizin nasıl birer hikâyeye dönüştüğünü çözümlemektir.

Instagram’ın Anlatı Dünyası: Platformun Yapısı ve Anlatı Kültürü

Fotoğraf ve kısa video paylaşımı üzerine kurulu Instagram, 2010’daki kuruluşundan bu yana basit bir albüm uygulamasından, 1 milyarı aşkın kullanıcısıyla dev bir dijital hikâye anlatma platformuna evrildi. Başlangıçta kronolojik olan akış yapısı, 2016’dan itibaren algoritmik sıralamaya geçerek kullanıcıların karşısına çıkacak içerikleri popülerlik ve ilgi düzeyine göre filtrelemeye başladı. Bu değişim, Instagram’ın anlatı dünyasını da dönüştürdü. Artık her kullanıcı, kendi profilinde paylaştığı gönderilerle (fotoğraf ve videolarla) bir tür otobiyografik albüm oluşturuyor. Profil sayfası adeta kullanıcının vitrine koyduğu bir hikâye koleksiyonu; gönderiler kronolojik dizi halinde geçmişten bugüne uzanan bir dijital hayat öyküsü sunuyor. Üstelik sadece kalıcı gönderiler değil, 24 saat sonra kaybolan Hikayeler (Stories) özelliğiyle de günlük hayatın akışı küçük epizodlar şeklinde anlatıya dahil ediliyor.

Instagram’ı diğer platformlardan ayıran temel unsur, görselliğe dayalı estetize anlatı geleneğidir. Kullanıcılar çoğunlukla hayatlarının en mükemmel anlarını, filtrelenmiş ve düzenlenmiş görüntüler eşliğinde sunarlar. Bu platformda sıradan bir kahve fincanı fotoğrafı bile bir yaşam tarzı mitini temsil edebilir; sıradan bir sokak köşesi, doğru kadraj ve filtreyle “masalsı” bir sahneye dönüşebilir. Roland Barthes’ın “mitolojiler” kavramını dijital çağda yeniden düşünürsek, Instagram günlük hayatın imgelerini idealleştirip yeniden anlamlandırarak modern mitler yaratıyor. Nitekim bir araştırma, Instagram’da paylaşılan içeriklerde en baskın mit temalarının “profesyonel (başarılı iş hayatı)”, “iyi hayat (lüks ve sürekli mutlu bir yaşam)” ve “sofistike birey (kültürel ve estetik bir üstünlük)” olduğunu ortaya koymuştur. Yani kullanıcılar çoğu zaman gerçek benliklerini değil, olmak istedikleri ya da görünmek istedikleri mitik bir versiyonunu sergiliyorlar. Instagram’ın arayüz tasarımı da bu mit yaratma eğilimini destekler nitelikte: Filtreler, efektler, fotoğraf düzenleme araçları ve takipçi beğenilerini öne çıkaran beğeni/yorum sayaçları, herkesin kendi hayatının yönetmeni ve editörü olarak davranmasını adeta teşvik ediyor.

Instagram'ın Küratörlük Odaklı Kültürü

Platformun kültürü, diğer mecralara kıyasla daha çok bir “küratörlük” üzerine kurulu. X’te anlık düşünceler ve tartışmalar ön plandayken, Instagram’da kullanıcılar paylaşımlarını çoğunlukla özenle seçer, düzenler ve bir tema veya estetik bütünlük içinde sunar. Böylece Instagram profilleri birer derlenmiş hikâye koleksiyonu halini alır. Örneğin, seyahat odaklı bir kullanıcı profilini açtığınızda, son birkaç yılda gezdiği yerleri, deneyimlediği “macera hikâyelerini” estetik bir bütünlükle görebilirsiniz; aynı kişinin X hesabı varsa muhtemelen daha gündelik ve dağınık paylaşımlar yapıyordur. Instagram’ın “takip” ilişkisi de bir bakıma yazar-okur dinamiği gibidir: Takip ettiğimiz kişiler aslında anlatılarını düzenli yayınlayan hikâye anlatıcılarına, takipçiler de bu hikâyelerin okuruna (ya da izleyicisine) dönüşür. Yorumlar ve beğenilerle okurlar da hikâyeye anında tepki verir, hatta bazı durumlarda yön verir.

Instagram’ın diğer platformlardan farkını vurgulayan bir gelişme, 2020’lerin başında yaşandı. TikTok’un yükselişiyle rekabet etmeye çalışan Instagram, algoritmasını ve içerik formatlarını köklü biçimde değiştirmeye kalkıştı: Tam ekran videolar, Reels adı verilen kısa video formatının ön plana çıkarılması ve kullanıcıların takip etmediği hesaplardan da bolca içerik gösterilmesi gibi hamleler… Ancak bu değişiklikler sadık kullanıcı kitlesinin tepkisiyle karşılaştı. Ünlü influencer’lar Kylie Jenner ve Kim Kardashian bile “Instagram eskisi gibi olsun, TikTok olmaya çalışmasın – arkadaşlarımızın paylaşımlarını görmek istiyoruz” diyerek platforma tepki gösterdiler. Sonuçta Instagram, “Make Instagram Instagram Again” (Instagram’ı Yeniden Instagram Yap) sloganıyla dile gelen bu isyan üzerine öneri algoritmasını bir nebze geri adım attı. Bu olay, Instagram’ın özgün anlatı stilinin (ağırlıklı olarak tanıdıkların fotoğraf ve hikayelerini görmek) kullanıcılar için hala değerli olduğunu gösterdi. Yani Instagram’ı farklı kılan, salt viral videolar değil, kullanıcıların kişisel anlatılarına dayalı bir sosyal albüm oluşudur. Platform her ne kadar evrilip TikTok-benzeri yönelimler kazansa da özündeki estetik ve kişisel hikâye anlatımı kültürü onu diğer mecralardan ayrı bir konuma oturtur.

Özetle, Instagram’ın anlatı dünyasında her kullanıcı bir yandan kendi hayatının yazarı ve baş karakteridir; paylaşılan her fotoğraf bir hikâye sahnesi, her hikâye (Story) günlük anlatının bir parçasıdır. Bu dünyanın kuralları, beğeni ve yorum gibi izleyici tepkileriyle ve algoritmanın görünmez yönergeleriyle şekillenir. Şimdi bu dünyayı üç boyutta inceleyelim: Kullanıcı açısından persona ve benlik hikâyesi, platform açısından algoritmik kürasyon ve dikkat ekonomisi, ve içerik boyutunda estetik hikâye kurgusu, viralite ve izleyici ilişkisi.

Kullanıcı = Anlatıcı: Dijital Persona Üretimi ve Benlik Hikâyesi

Her Instagram kullanıcısı, platforma adım attığı andan itibaren bir anlatı kurma sürecine girer. Profilini doldururken seçtiği fotoğraflar, yazdığı biyografi, paylaştığı gönderilerle kendine dair bir öykü inşa etmeye başlar. Bu yönüyle Instagram, insanların kendilerini “hikâyeleştirdiği” bir mecra haline gelir. Psikolog Jerome Bruner’ın deyimiyle “Benlik durmaksızın yeniden yazılan bir hikâyedir” ve dijital çağda Instagram, bu yeniden yazımın sürekli gerçekleştiği bir sahne gibidir. Kullanıcılar her yeni gönderiyle hikâyelerine bir sayfa daha ekler, kendilerini yeniden tanımlarlar.

Judith Butler ve Benliğin Performansı

Judith Butler’ın kimlik performansı kuramı da Instagram bağlamında çok açıklayıcıdır. Butler’a göre kimlik, önceden sabit bir öz değildir; aksine, tekrarlanan eylemlerle (performanslarla) inşa edilir. Instagram’da da bireyler paylaştıkları içeriklerle bir persona (dijital kimlik) performe ederler. Örneğin, sürekli fitnes içerikleri paylaşan biri, takipçilerinin gözünde “sağlıklı yaşam tutkunu” kimliğini benimser; lüks mekânlarda fotoğraflar paylaşan biri “elit yaşam süren kişi” imajı çizer; sanatsal fotoğraflar yayınlayan biri “estetik zevkleri gelişmiş entelektüel” olarak algılanır. Bu, Butler’ın bahsettiği gibi bir rolün stilize tekrarlarla (örn. benzer temada paylaşımların tekrarıyla) inşasıdır. Bir süre sonra kullanıcı da bu çevrimiçi rolü benimser hale gelir; gerçekten de o persona’ymış gibi yaşamaya başlar veya en azından öyle görünmeye çalışır.

Instagram’ın yapısı, bu persona üretimi sürecini kalıcı hale getirir. Kullanıcının tüm gönderileri profil sayfasında bir arada görülebildiği için, paylaşılan her içerik kişisel anlatının bir “yapı taşı” haline gelir. Örneğin, yıllardır manzara fotoğrafları paylaşan bir kullanıcı düşünelim: Zamanla takipçileri onu “doğa tutkunu fotoğrafçı” olarak tanımaya başlar. Bu kişi belki başta sadece güzel bulduğu için manzara paylaşıyordu; ama aldığı beğeni ve övgüler onu motive ettikçe paylaşımlarını aynı çizgide sürdürür. Bir süre sonra, dijital profilinde oluşan bu kimlik o kadar belirgin hale gelir ki, bambaşka bir içerik (örneğin manzara profiline aniden bir parti selfie’si koymak) takipçileri şaşırtabilir. Nitekim sosyal medya gözlemleri, kullanıcıların oluşturduğu çevrimiçi kimliğe uymayan paylaşımlardan kaçınma eğiliminde olduğunu gösteriyor: “Manzara fotoğrafçısı” imajı çizmiş biri için arada sırada kişisel bir selfie paylaşmak bile “anlatıyı bozacak” endişesi yaratabiliyor. Böylece Instagram’da “tutarlı bir hikâye” sunma baskısı ortaya çıkıyor. Her kullanıcı, takipçilerinin kendisini belirli bir çerçevede görmesine alıştığı persona’dan sapmamaya çalışıyor; adeta kendi hayatının senaryosunda türü ve tonu sabit tutma gayreti güdüyor.

Tabii bu durumun bir de geri besleme döngüsü var: Instagram, anlık beğeni ve yorumlarla kullanıcıya sürekli izleyici tepkisi sunuyor. Paylaştığınız bir fotoğraf beklenenden az ilgi gördüyse bir daha o tarz paylaşmamayı düşünebiliyorsunuz; tam tersi, belli bir konsept çok beğeni aldıysa devamını getiriyorsunuz. Bu dopamin döngüsü, kullanıcıları kendi yarattıkları persona’ya daha da bağlayabiliyor. Örneğin, günlük hayatından komik anlar paylaşan biri, takipçi etkileşimleri sayesinde “eğlenceli hikâyeci” rolünü pekiştiriyor ve bundan sapmamaya özen gösteriyor. Böylece dijital benlik, takipçi kitlesinin anlık ödül ve onay mekanizmalarıyla koşullanarak belirli bir hikâye ekseninde kalıyor.

Algoritma = Küratör: Dikkat Ekonomisi ve Anlatı Akışının Kontrolü

Instagram’da hangi hikâyelerin geniş kitlelere ulaşacağını, hangilerinin arka planda kalacağını büyük ölçüde belirleyen aktör, platformun algoritmasıdır. Bir zamanlar tüm gönderilerin kronolojik olarak sıralandığı Instagram, günümüzde her kullanıcıya ilgi alanına, önceki etkileşimlerine ve içerik popülerliğine göre filtrelenmiş bir akış sunuyor. Bu algoritmik kürasyon, Instagram’ın anlatı ekosisteminde bir tür editör veya küratör işlevi görüyor. Peki algoritma bu “editörlük” görevini nasıl yapıyor? Cevap: Dikkat ekonomisinin kurallarına göre.

Algoritmanın Dikkat Yönetimi

Sosyal medya platformları, kullanıcıların dikkatini mümkün olduğunca uzun süre platformda tutmak ve etkileşimi en üst düzeye çıkarmak üzerine kurulu bir ekonomi yaratmıştır. Instagram algoritması da her bir kullanıcıya, onu en çok meşgul edecek ve etkileşime sokacak içerikleri vermeye çalışır. Bunun sonucunda, platformda hangi anlatılar görünür oluyor? Elbette dikkat çekici olanlar. Yapılan araştırmalar, Instagram’da en çok etkileşim alan içeriklerin genellikle duygu uyandıran (özellikle pozitif duygular veya hayranlık uyandıran estetik görüntüler) ve kullanıcıyı tepki vermeye kışkırtan (soru soran, challenge başlatan, vs.) içerikler olduğunu gösteriyor. Örneğin, güçlü bir duygusal hikâye barındıran bir gönderi – bir bağış kampanyası hikâyesi ya da dokunaklı bir kişisel itiraf - muhtemelen daha çok yorum ve beğeni alacak, böylece algoritma tarafından daha fazla kişiye gösterilecektir. Aynı şekilde, çok estetik, “göze hitap eden” bir fotoğraf, kullanıcıları durdurup bakmaya zorladığı için (daha uzun ekranda kalma süresi = değerli etkileşim sinyali) algoritma nezdinde avantajlıdır. Kısacası, algoritma “hangi hikâye daha ilgi çeker?” sorusuna yanıt olarak, ilgi çekici olanı ödüllendirir.

Bu dinamik, kullanıcıları da içeriğini algoritmanın seveceği şekilde uyarlamaya itiyor. Son yıllarda Instagram’da gözlemlediğimiz bazı içerik stratejileri bunun kanıtıdır: Örneğin, eskiden sadece fotoğraf paylaşan influencer’lar bile şimdi Reels (kısa video) içeriklerine ağırlık veriyor, çünkü algoritma video formatını daha çok öne çıkarıyor. Keza, gönderi açıklamalarında takipçiye soru sormak, onları yorum yapmaya teşvik etmek gibi taktikler yaygınlaştı – zira yorum sayısı ne kadar yüksekse algoritma o içeriği o kadar “ilgi çekici” kabul ediyor. Benzer şekilde, kullanıcılar hashtag kullanarak içeriklerini keşfetmeye açıyor, çünkü algoritma belirli popüler etiketleri takip edenlere o etiket altındaki gönderileri önerebiliyor. Tüm bunlar, hikâyenin sadece anlatıcı ve izleyiciyle değil, aynı zamanda görünmez bir üçüncü aktör olan algoritmayla birlikte yazıldığını gösteriyor.

Algoritmanın dikkat ekonomisi motivasyonu, zaman zaman eleştirilere de yol açıyor. Özellikle duygusal veya aşırıya kaçan içeriklerin ödüllendirilmesi, platformu bir rekabetçi sahneye çevirebiliyor. Örneğin, Knight Foundation’ın X üzerine yaptığı bir çalışma, algoritmik sıralamanın öfke gibi duyguları tetikleyen politik içerikleri orantısız biçimde öne çıkardığını göstermişti. Instagram’da da benzer bir şekilde, aşırı mükemmeliyet içeren görüntüler veya kullanıcıların özgüvensizliklerini tetikleyen içerikler (ör. beden standardını yükselten fotoşoplu model görüntüleri) çok ilgi çektiği için daha fazla yayılıyor olabilir. Bu durum, kullanıcı deneyimine dair etik soruları gündeme getiriyor: Algoritma bize “istediğimizi” vererek dikkatimizi kazanmaya çalışırken, aslında bize iyi geleni mi veriyor, yoksa sadece bakakalacağımız şeyleri mi?

Anlatı Örneği: Fyre Festival – Instagram’da Satılan Bir Hayalin Çöküşü

2017 yılında yaşanan Fyre Festival skandalı, Instagram’daki anlatı inşasının gücünü ve tehlikelerini göstermesi bakımından ders niteliğinde bir olaydır. Fyre Festival, Billy McFarland adında bir girişimci ve ünlü rapçi Ja Rule’un ortak projesi olarak tanıtılan lüks bir müzik festivaliydi. Tanıtım kampanyası neredeyse tamamen Instagram üzerinden yürütüldü: Dünyaca ünlü modeller (Bella Hadid, Kendall Jenner vb.), Bahamalar’daki egzotik bir adada çekilen parlak tanıtım videoları, turkuaz deniz, lüks yatlar, gurme yemekler… Kısacası, Instagram’da yıllardır cilalanan “iyi hayat” mitinin cisimleşmiş hali bir etkinlik olarak pazarlanıyordu. Influencer marketing denilen yöntemle, yüksek takipçili hesaplar turuncu bir yumru simge post paylaşarak herkesin merakını cezbetti. Fyre’in Instagram hesabı, adeta bir cennet hayatının fragmanlarını sunuyordu. Binlerce kişi, bu anlatıya kapılarak bilet satın aldı; kimisi binlerce dolar ödedi, VIP paketler tükendi. İşte bu noktada dijital anlatının hipergerçek yönü devreye girdi: İnsanlar, Instagram’da gördükleri o harika sahnelerin gerçek olacağına inandılar, o adaya gittiklerinde aynı Instagram postlarındaki gibi bir deneyim yaşayacaklarını düşündüler.

Ancak festival günü geldiğinde, bu anlatı balonu acı bir şekilde patladı. Adaya giden katılımcılar, ortada ne lüks yatlar ne gurme yemekler ne de konforlu villalar buldular. Onların yerine, alelacele kurulmuş felaket çadırları, dağıtılmayı bekleyen sandviç ekmekli basit yiyecekler, kaos ve organizasyonsuzluk vardı. Instagram’da pazarlanan o ışıltılı hikâye, gerçekte tam bir kâbus hikâyesine dönüştü. Katılımcılar X başta olmak üzere sosyal medyada durumun içyüzünü paylaşıp yardım çağrıları yapmaya başladılar. Böylece, Instagram’da anlatılmış bir simülasyonun (lüks festival miti) gerçeklikle çarpışmasına tüm dünya şahit oldu.

Fyre Festivali Vakasından Çıkarılacak Dersler

Fyre Festival olayı, birkaç açıdan önemli bir anlatı analizini mümkün kılıyor: Birincisi, Instagram’ın bir mit yaratma platformu olarak kullanılmasının zirve noktalarından biriydi. Kısa bir tanıtım kampanyasıyla aslında var olmayan bir deneyim binlerce insana gerçekmiş gibi satıldı. Barthes’ın mit kuramına uygun olarak, burada “lüks tropik festival” imajı, gerçeği olmayan bir göstergeye dönüştü – herkesin zihninde idealize bir tatil hikâyesi canlandı. İkincisi, influencer’ların gücü ve sorumluluğu gündeme geldi. Ünlü model ve influencer’lar, bu hikâyenin anlatıcıları olarak rol aldılar ve takipçileri üzerinde güvenilirliklerini kullanarak onları ikna ettiler. Festivale dair tek bir somut gerçeklik deneyimi yaşamadan, senaryoyu Instagram üzerinden sattılar. Sonuç felaket olunca, birçoğu itibar kaybı yaşadı ve “sponsorlu içerik” paylaşımlarına yönelik şeffaflık kuralları sıkılaştı (artık Instagram’da reklam içerikleri #ad etiketiyle açıkça belirtilmek zorunda). Bu da dijital anlatının bir parçası: Anlatıcı eğer kurgu yaptığını saklarsa ve hikâye çökünce izleyiciyi yüzüstü bırakırsa, güven kredisi tükeniyor.

Üçüncüsü, Fyre Festival sosyal medyanın kolektif dedektiflik gücünü gösterdi. Festival fiyaskosu yaşanırken ve sonrasında, binlerce internet kullanıcısı olayı inceleyip belgeseller, makaleler hazırladı. Yani anlatı sadece festivalin yaratıcılarının elinde kalmadı; izleyiciler de devreye girip bu modern trajediyi herkese duyurdu, yorumladı, içerik üretti. Hatta Netflix ve Hulu’da belgeseller yayınlanarak Fyre, popüler kültürde bir ibret hikâyesi mertebesine ulaştı. Burada Instagram ana “sahne” olsa da, hikâyenin gelişimi ve çözülmesi çapraz platformlarda gerçekleşti. Bu da dijital çağın hikâye anlatımında platformlar arası akışın önemini vurguluyor.

Fyre Festival vakasından çıkardığımız ders şudur: Instagram’da yaratılan anlatılar son derece ikna edici olabilir, kitleleri eyleme geçirebilir (burada eylem bir etkinliğe bilet almak idi). Fakat bu anlatılar eğer gerçeğe dayanmazsa, bir noktada gerçekle yüzleşmek kaçınılmazdır ve o an geldiğinde mit perdesi yırtılır. Baudrillard’ın dediği gibi, harita aslını kaplayacak kadar büyürse ve asıl yeryüzü silinirse, ortada sadece haritanın çölü kalır. Fyre örneğinde, o lüks haritanın altında bir organizasyon çölü vardı. İnsanlar Instagram’da gördükleri görüntülerin aslında altı boş birer simülakr olduğunu acı şekilde deneyimlediler.

Bu örnek, Instagram’ı bir anlatı aracı olarak okumanın önemini pekiştiriyor: Eğer biz kullanıcılar olarak Instagram’da karşımıza çıkan hikâyelere eleştirel bakmazsak, onlar tarafından kolayca sürüklenebiliyoruz. Dijital anlatı okuryazarlığı diyebileceğimiz bir beceriye ihtiyaç var; tıpkı bir romanı okurken anlatıcının güvenilir olup olmadığını sorguladığımız gibi, Instagram akışımızda da içeriklerin ardındaki niyeti, gerçeklik payını, estetik illüzyonları sorgulamalıyız. Fyre festivali biletine on binlerce dolar bayılan gençler belki de “bu kadar iyi bir şey gerçek olamayacak kadar iyidir” şüphesini bir kenara bırakmışlardı - Instagram masalına kendilerini kaptırdılar.

Bugün benzer dinamikler, belki daha küçük ölçeklerde sürekli yaşanıyor. Örneğin, bir influencer’ın tanıttığı mucizevi bir ürün harika fotoğraflarla pazarlanıyor ama alanlar düş kırıklığına uğruyor; ya da bir mekan Instagram’da fenomenlerin paylaşımlarıyla popüler oluyor, insanlar gittiğinde beklentiyi karşılamıyor. Hepsi aynı noktaya çıkıyor: Görünen hikâyeyle gerçek örtüşmeyebilir. Bu sebeple, Instagram’ı anlatı perspektifinden ele almak, hem platformu çözümlememize hem de kullanıcılar olarak daha bilinçli tepkiler vermemize yardımcı oluyor.

Sonuç: Instagram’ı Bir Anlatı Sahnesi Olarak Okumak

Instagram örneğinde gördük ki, dijital platformlar bireylerin anlatı kurma, kimliklerini hikâyeleştirme ve kolektif hikâyelere katılma ihtiyacını yeni biçimlerde tatmin ediyor. Her kullanıcı bir yandan kendi hayatının yazarı, yönetmeni ve başrol oyuncusu olurken diğer yandan başkalarının hayat oyunlarının izleyicisi konumunda. Roland Barthes’ın dediği gibi modern mitler bu mecralarda tekrar üretiliyor; Paul Ricoeur’ün vurguladığı üzere zaman ve kimlik, anlatı aracılığıyla anlamlandırılıyor; Jerome Bruner’in işaret ettiği gibi insanlar kendilerini hikâyelerle kuruyor ve Instagram bunun kamusal sergi alanına dönüşüyor; Judith Butler’ın performatif kimlik teorisi dijital sahnede ete kemiğe bürünüyor ve Jean Baudrillard’ın simülakr kavramı, filtrelenmiş hayat görüntülerinde hayat buluyor.

Instagram’ı bir anlatı sahnesi olarak okumak, bize birkaç kritik farkındalık kazandırır: Öncelikle, sosyal medyada gördüklerimizin ardındaki kurgu emeğini ve seçiciliği unutmamayı sağlar. Her gönderi bir seçimdir, bir kararın ve bakış açısının ürünüdür – yani anlatıcısının bize göstermek istediğidir. Bu bakış açısıyla, mükemmel görünen paylaşımlar karşısında bilinçli bir mesafe alabilir, kendi hayatlarımızı onlarla değersiz kıyaslamalara sokmayı engelleyebiliriz. İkinci olarak, Instagram’ı anlatı boyutuyla ele almak, platformun güç dinamiklerini anlamamıza yardımcı olur: Kimlerin hikâyesi duyulur, kimlerin sesi arada kaybolur? Algoritma bu güç dengesinde nasıl bir rol oynar? Örneğin, bir dönem algoritmanın sadece “mükemmel vücut” fotoğraflarını öne çıkarması, belli beden standartlarını bir norm anlatısı haline getirmişti. Bunu fark etmek, platformu kullanıcı olarak daha eleştirel kullanmamızı sağlayabilir - farklı bedenleri, farklı hikâyeleri bilinçli olarak takip edebilir, anlatı çeşitliliğini artırabiliriz.

Aynı şekilde, influencer’ların da birer hikâye anlatıcısı olduğunu, onların da ekonomik ve sosyal motivasyonlarla bu hikâyeleri kurguladığını görmek, bizi daha bilinçli izleyiciler haline getirir. Sevdiğimiz fenomenlerin arada yaptığı reklamları, pazarlama anlatılarını daha iyi ayırt ederiz; sahici deneyim ile sponsorlu kurgu arasındaki farkı anlayabiliriz. Bu, dijital çağda çok önemli bir beceri çünkü artık reklamlar bile “hikâye” formatında geliyor - örneğin bir influencer ürünü doğrudan tanıtmak yerine “geçen gün başıma şöyle bir şey geldi” diye başlayıp içinde ürünü geçirerek bir öykü anlatıyor. İzleyici eğer hikâye çözümleme sezgisine sahipse, burada yapılan tekniği fark ederek daha sağlıklı bir tutum alabilir.

Instagram’ı anlatı sahnesi olarak okumanın bir diğer getirisi, platformun aslında olumsuz yanları kadar olumlu potansiyelini de görmektir. Evet, illüzyonlar, baskılar var ama aynı zamanda birbirimizi hiç görmediğimiz açılardan anlayabileceğimiz hikâyeler de var. İnsanlar artık sadece yakın çevrelerinden değil, dünyanın dört bir yanından insanların deneyimlerine, kültürlerine, başarı ve mücadele öykülerine tanık olabiliyorlar. Bu da empati kurma ve farkındalık geliştirme açısından değerli. Örneğin, hastalıkla mücadele eden birinin sürecini gün be gün paylaştığı bir hesap, binlerce insana umut ve dayanışma aşılayabiliyor. Toplumsal bir sorunu hikâyeleştirerek anlatan bir aktivist, kamuoyunu harekete geçirebiliyor. Yani anlatı gücü, doğru kullanıldığında gerçek dünyada pozitif değişimlere de kapı aralıyor.

Sonuç olarak, Instagram’ı bir anlatı kurma aracı olarak ele almak ufuk açıcı bir tutumdur. Bu perspektif, platformdaki deneyimlerimizi daha iyi analiz etmemizi, hem kendimizin hem başkalarının dijital hikâyelerine daha bilinçli yaklaşmamızı sağlar. Sonuçta herkes kendi hayat hikâyesini yazıyor ve Instagram bunun görücüye çıktığı bir mecra. Ancak hikâyenin yazarı da okuru da bizleriz – dolayısıyla hem yaratıcı hem eleştirel olabilir, dijital anlatılarımızı klişelerden ve zararlı karşılaştırmalardan arındırıp daha sahici ve anlamlı kılabiliriz. Unutmamalıyız ki, anlatının odağında insan var ve dijital de olsa anlatı insanı biçimlendirme gücüne sahip. O halde Instagram’da karşılaştığımız hikâyelere bilinçle yaklaşmak, hem kendimize hem başkalarına karşı daha duyarlı ve gerçekçi olmamızı mümkün kılacaktır. Mutlu hikâyeler yazmanız ve okumanız dileğiyle.

Kaynaklar

  • Chua, P. E. (2019). Instagram: The Myth Making Platform. (Roland Barthes’ın göstergebilimsel mit kavramıyla Instagram’da benlik sunumunu inceleyen lisans tezi; platformda “profesyonel”, “iyi hayat” ve “sofistike birey” gibi mitlerin oluşumunu saptıyor.) Erişim adresi: iskomunidad.upd.edu.ph
  • Bass, Michael (2019). Identity is Social (Media). (Judith Butler, Erik Erikson, John Hewitt gibi kuramcıların kimlik kuramlarını sosyal medya özelinde yorumlayarak, Instagram ve Facebook’ta benlik inşasını inceleyen kapsamlı Medium makalesi. Özellikle çevrimiçi performativite ve dijital otobiyografi konularına değiniyor.) Erişim adresi: medium.com
  • Affsprung, Daniel (2017). Narrative Identity and the Data Self. (Paul Ricoeur ve Jerome Bruner gibi düşünürlerin geliştirdiği anlatı kimliği teorisini sosyal medya bağlamında ele alan makale; Facebook Timeline örneğiyle sosyal medyanın kullanıcılara oto-biyografik bir kontrol alanı sunduğunu ve kişilerin artık yaşantılarını “hikâye gibi” kurguladığını tartışıyor.) Erişim adresi: thesocietypages.org
  • Smulligan, Brett (2020). Social Media and Baudrillard’s Simulation and Simulacra. (Jean Baudrillard’ın simulakr ve hipergerçeklik kavramlarını sosyal medya örnekleriyle açıklayan bir blog yazısı. Instagram’da profil ve içeriklerin nasıl bireylerin “gerçek” kimliğinin yerine geçen temsilcilere dönüştüğünü, çevrimiçi benlik ile fiziksel benlik ayrımının bulanıklaştığını somut örneklerle anlatıyor.) Erişim adresi: medium.com
  • Hunt, Elle (2015). Essena O’Neill quits Instagram claiming social media ‘is not real life’. (612 bin takipçili Avustralyalı genç influencer Essena O’Neill’in Instagram’ı bırakıp paylaşımlarının perde arkasını ifşa etmesini aktaran Guardian haberi. Sosyal medyadaki “kurgulanmış mükemmellik” olgusuna dikkat çekiyor ve O’Neill’in sözlerini içeriyor.) Erişim adresi: theguardian.com
  • Milmo, Dan (2022). Instagram rolls back some changes to app after user backlash. (Instagram’ın TikTok benzeri tam ekran video ve aşırı öneri algoritması denemesine karşı kullanıcı tepkilerini ve Instagram’ın geri adım kararını anlatan Guardian haberi. Platformun algoritma stratejileri ile kullanıcı talepleri arasındaki gerilimi ortaya koyuyor.) Erişim adresi: theguardian.com
  • Fotomuseum Winterthur (2021). The Instagram Egg. (Fotoğraf müzesinin bir sergi metninden alıntı; Instagram’da dünya rekoru kıran “yumurta” gönderisinin 55 milyon beğeniye ulaşmasını ve bunun “bir görselin değerinin estetiğinden ziyade dolaşımıyla belirlendiği” anlamına geldiğini vurguluyor. Dijital dikkat ekonomisini çarpıcı bir örnek üzerinden açıklıyor.) Erişim adresi: fotomuseum.ch
  • Knight First Amendment Institute (2023). X’s Engagement-Based Ranking Amplifies Politically-Partisan Content. (Her ne kadar X/Twitter platformu üzerine bir çalışma olsa da, algoritmik sıralamanın duygusal/öfkeli içerikleri nasıl ödüllendirdiğini deneysel olarak gösteren önemli bir rapor. Sosyal medya algoritmalarının içerik görünürlüğüne etkisini anlamak için faydalı.) Erişim adresi: knightcolumbia.org
  • Eysenbach, Gillian (2021). Eliciting Emotion and Action Increases Social Media Engagement. (Instagram üzerinde yapılan bir analizde, duygusal tepki veren ve kullanıcıyı yorum yapmaya/eyleme geçmeye teşvik eden gönderilerin daha yüksek etkileşim aldığını ortaya koyan akademik makale. Algoritmik olarak duygusal içeriğin avantajına işaret ediyor.) Erişim adresi: PubMed Central
  • Tweet, Rol, Linç: X’te Dijital Dramaturji | ADEM İŞLER (Kendi blog yazımdan referans)
  • Making Sense of Algorithmic Precarity on Instagram | dl.acm.org
  • How Social Media Algorithms Are Making Us All Feel Crazy | cohesivecounselingrva.com
  • Let’s ditch the dangerous idea that life is a story | Aeon Essays https://aeon.co/essays/let-s-ditch-the-dangerous-idea-that-life-is-a-story