ÜNİVERSİTE’DEN NOTLAR

TARİH: 2020

DERS: Yazılı Anlatım Teknikleri

ÖDEV: Ana karakterin kadın olduğu bir öykü yazın.

YEŞİL MASKE

‘‘Ara sıra dudaklarında bir gülümseme ve iç çekiş çakışıyor, ama gülümsemesinin iç çekişinden daha kederli olduğu anlaşılıyordu.’’ 

-Victor Hugo (Notre Dame’ın Kamburu)

Soğuk bir sonbahar günüydü. Leyla varoşlarda kirada kaldığı evin küçük balkonunda kollarını göğsünde birleştirmiş, günün ilk sigarasını içiyordu. Otuzlu yaşlarda, sessiz, içine kapanık biriydi. İhtiyar annesiyle birlikte yaşıyor, evin geçimini o sağlıyordu. Sigarada ne tat ne de koku; kuru öksürük, ateş ve halsizlik… Pozitif olduğundan emindi fakat annesini buna inandıramıyordu. ‘‘Griptir geçer, bakma sen öyle abarttıklarına, sakın orada burada konuşayım deme bunu, seni de eve tıkarlar, ne yaparız o zaman? Ha?  Hadi ben değil, sen söyle, ne yaparız o zaman?’’ Leyla sigarasını saksıdaki kuru toprakta söndürdü, gözlerini karşıda duran eski, yıkık dökük binalara dikti. İnsanlar kaygılı gözlerle boş sokaklara bakıyor, yasağın kalkma saatini bekliyorlardı. Saatini kontrol etti. Yasağın kalkmasına az kalmıştı. Tam bu sırada öksürük tuttu! Kuru ve şiddetli bir öksürük sokakta yankılandı. Kafasını kaldırdığında karşı binalardaki insanların korku dolu bakışlarıyla karşılaştı. Hala öksürmeye devam ediyordu. Can havliyle içeriye, odasına attı kendini.

Dolabında ne var ne yok yığdı yatağının üzerine. Heyecanla yokladı elbiselerini. Çoğu yıpranmış, soluk renkli elbiseler… ‘‘Ne giysem?’’ Mavi bir gömleği alıp aynanın karşısına geçti. ‘‘Olmadık bir yerinden yırtılmış, dikiş tutmaz…’’  Annesi bağırdı içeriden:

-Geç kalacaksın, hadi!

Oralı olmadı. Saçlarını taradı. ‘‘Eziyet bu!’’ Şimdi öylece dikilmiş, aynada kendine bakıyordu. Memnun değildi halinden, olmadık yerinden yırtılmış şu mavi gömlekten… ‘‘Peki saçlar? Seyrek ve kırıklarla dolu. En son ne zaman gittim kuaföre?’’ Maske kutularını çıkarıp masanın üzerine koydu. Rengarenk maskelerdi bunlar. ‘‘Dışarı çıkmak için maske takmak şart. Peki o halde? Her gün aynı renkte maske takmak olmaz. Çiçekli böcekli maskeler yapmışlar. Onlardan almak gerek. Neler varmış? Kırmızı, mavi, pembe, yeşil… Yeşil iyi.’’ Yeşil maskesini takıp aynadan kendine baktı. ‘‘Eh işte…’’

Kumkapı’da orta halli bir restoranın mutfağında çalışıyordu. Parası iyiydi. ‘‘Yol, yemek onlardan…’’ İşe metroyla gidip geliyordu. Her seferinde en arka vagona biniyor ve camdan dışarıyı seyrediyordu. ‘‘Aynı bina, aynı tünel, aynı ağaç, aynı köprü…’’ Camın yansımasından karşısında oturan çifti gördü, ‘‘İkisi de turuncu maske takmış. Kızın saçları oğlanın gömleğine takılmış. Ayağa kalktıklarında yolunur o saçlar. Acıtır bence. Ayrılırlar mı acaba? Tabi önce kız kalkarsa. Oğlan da çelimsizin tekiymiş zaten. Aman, beni ne ilgilendirir!’’ Camdan dışarıyı seyretmeye devam etti. ‘‘Aynı martı, aynı gemi, aynı öksürük!’’ 

Leyla çalıştığı yere varır varmaz mutfağa girdi. 

-İyi misin?

Kimseyle konuşmadan işe koyuldu. Kızartma yağının değiştirilmesi gerekiyordu. Önlüğünü takıp katrana dönmüş yağı çöp bidonuna döktü. Yeni bir yağ tenekesini açtı, eline büyük bir kaşık aldı ve kızgın kabın içine katı yağı doldurmaya başladı. ‘‘Yağ eridikçe bir kaşık daha, yağ eridikçe bir kaşık daha… İyiyim.’’

-Geceden değiştirmezseniz böyle olur tabi!

Leyla, Şef’in ne dediğiyle ilgilenmiyor, fokurdayan yağa doğru bakıyordu. Alnından akan ter yüzündeki yeşil maskeyi ıslatıyordu. Ne zaman bu yağla göz göze gelse aynı şey geliyordu başına. Geçmişe doğru dalıp gidiyor, gözlerini kaynayan yağdan alamıyordu. 

-Patatesler!

Leyla Şef’in tiz sesiyle irkilip kendine geldi. Buzluktan dilimlenmiş patatesleri alıp kaynar yağın içine boşalttı. Yağ köpürdü, kapağını kapattı. ‘‘Yine o kuru öksürük!’’ Aceleyle dışarı çıktı. Onların yanında öksüremezdi. Yangın merdivenine varır varmaz öksürmeye başladı. Bitkin bir vaziyetteydi. İçeriden bağrışmalar geliyordu. 

-Nerede o? 

Şef Leyla’nın öksürme sesini duyarak yangın merdiveninin önüne geldi. Leyla Şef’i karşısında görünce korkuya kapılıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladı.

-İyiyim ben! İyiyim!

Leyla Şef’in şaşkın bakışları arasında merdivenden atladı. Önlüğünü çıkarıp merdivene doğru fırlattı ve ara sokaklara karıştı. ‘‘Anladılar, anladılar!’’ diyerek söyleniyordu. Kimsenin bir şey anladığı yoktu halbuki. Günlerdir hastalığını gizlemeye çalışmanın ona verdiği bir paranoyaklıktı bu sadece. Biraz yürüdükten sonra bunun üzerine düşünmeye başladı Leyla. ‘‘Geri mi dönsem? Niye kaçtın derler o zaman da. Gerek yok. Başka bir yerde başlarım, daha iyi.’’

Leyla uzunca bir süre sokaklarda dolaştı. Erkenden eve gidemezdi. Bu saatlerde sokaklarda olmak ona garip geliyordu. Her sabah işe gelip mutfağa giriyor, akşama kadar çıkmıyordu. Mutfaktayken dışarıda olmayı, özellikle de mesai saatleri içerisinde dışarıda olmayı merak ediyordu. Şimdi dışarıdaydı. Bu sefer de mutfağı merak ediyordu, ‘‘Yağı köpürttüm, batmıştır şimdi ortalık.’’ Bunları düşünerek yürümeye devam etti. Lüks denebilecek bir kafenin önünde durdu. Kapının üzerinde asılı tabelaya baktı, ‘‘Bizimle çalışmak ister misiniz?’’ Kararsız adımlarla içeriye girdi. İçerisi oldukça kalabalıktı. Kimse maske takmıyordu. Leyla kapı ağzında donup kalmıştı. ‘‘Ne bok yemeye girdim buraya?’’ Bir garson tüm haşmetiyle Leyla’ya yaklaştı, ‘‘Buyurun, şöyle geçin’’ diyerek onu cam kenarında bir masaya oturttu. Leyla neye uğradığını şaşırmıştı. Şaşkınlık içerisinde etrafına bakıyordu. Bir korku sardı içini. Sanki birazdan Şef gelecek ve ona ‘‘Ne bok yemeye müşterilerin masasına oturdun!’’ diye fırça atacakmış gibi hissediyordu. Garson elinde bir menüyle Leyla’nın yanına geldi. Leyla istifini bozmadan menüyü aldı. ‘‘Sağolasın.’’

Leyla bir yandan menüye bakıyor, bir yandan da diğer müşterileri inceliyordu. Müşterilerin çoğu turistti, ‘‘Hepsi şımarık tipler, şuncacık şeye bu kadar para verilir mi?’’ Garson siparişi almak üzere Leyla’nın yanına geldi. Leyla adını söyleyemediği pahalı yiyeceği ‘‘Şundan’’ diye gösterdi. Garson garip bir ifadeyle Leyla’ya baktı, menüyü alıp gitti. Garson uzaklaştıktan sonra Leyla’nın tedirginliği artmaya başladı. ‘‘Maskeyi çıkarmak lazım yemek için. Bu dallamaların yanında ölsem çıkarmam! Hem zaten iş ilanı için girdim, geldi masaya oturttu beni, insan bi’ sorar.’’ Leyla etrafını iyice bir süzdükten sonra aceleyle çıktı kapıdan.

Leyla yine gözlerini metronun camlarına dikmiş, etrafı seyrediyordu. Karanlık çökmüştü, artık eve dönebilecek ve annesine neden erken geldiğini açıklamak zorunda kalmayacaktı. Çalışmadığı halde yorgun hissediyordu kendini. Kafasını metronun camlarına yaslayıp dışarıyı seyretmeye devam etti. Derken camın yansımasında başka birinin yüzünü gördü. Hemen karşısında oturan otuzlu yaşlarda, iyi görünümlü bir adamdı bu. Leyla camın yansımasından kendine bakıp maskesini düzeltti. Adamla ilgilenmiyormuş gibi dışarıyı seyretmeye başladı. Halbuki tüm ilgisi adamdaydı artık. Kimdi bu adam? Daha önce gördüğü birine benziyordu. ‘‘Pahalı maskelerden takmış, züppenin biri olmasa bari.’’ Leyla bunları düşündüğü sırada camdaki yansımadan adamla göz göze geldi. Gözlerini kaçırıp dışarıya bakmaya başladı. Tam bu sırada metro tünele girdi ve Leyla tekrar adama baktı. Adamın yüzündeki sevimli gülümseme gözlerinin kırışmasından belli oluyordu. Leyla’da istemsizce gülümsemeye başladı. Heyecandan elini kolunu nereye koyacağını şaşırmıştı. Öksürmeye başladı. ‘‘Tam da yerini buldun!’’ İlk başta öksürüğünü saklamaya çalışsa da öksürüğünün sesi bütün metroda yankılandı. Diğer yolcular korkuyla ona bakıyordu. Leyla heyecandan ne yapacağını bilemeyip ayağı kalktı ve diğer vagona geçti. İneceği durağa az kalmıştı. Herkesin ona baktığını hissediyor, metronun hızlı gitmesi için dua ediyordu. 

Hızlı adımlarla metrodan ayrıldı ve mahallesine girdi. Burada güvende hissediyordu artık. Hafif bir yağmur kaldırımları ıslatıyor, sokaktaki insanlar yasak saati gelmeden evlerine varmaya çalışıyorlardı. Leyla ellerini göğsünde birleştirip ağır adımlarla yürümeye devam etti. Aklı metrodaki adamdaydı. Uzun zamandır böyle bir şey hissetmemişti. ‘‘Şu öksürük olmasa!’’

Leyla evinin olduğu sokağın başına geldiğinde arkasından birinin yaklaştığını hissetti. Karanlıkta kimin olduğunu seçemedi.  Adımlarını hızlandırmaya başladı, arkadan gelen adam seslendi:

-Hey!

Leyla’nın karşısında duran kişi metroda karşılaştığı adamdı. Leyla donup kaldı. Aralarında birkaç metre vardı. Adam maskesini yarıya kadar indirip konuşmaya başladı:

-Sapık falan değilim, lütfen yanlış anlama. Yardım etmek istiyorum sadece.

-Ne yardımı?

-Bu mahalledeyim ben de, birkaç ay oldu geleli.

-Evet?

-Sağlık ocağında çalışıyorum, doktorum.

Leyla bunu duyar duymaz irkilip adamdan uzaklaşmaya başladı. Adam bir yandan Leyla’nın arkasından yürüyor, bir yandan da derdini anlatmaya çalışıyordu:

-Biliyorum ben bu öksürüğü. Gözlerinin içi kan dolmuş. Metrodaki o hallerin. Belli ki hastalanmışsın. Ayıp değil ki bu, istersen sabah gel bana, ilaç veririm, evde dinlenir atlatırsın bunu.

-Bunun için mi bana bakıyordun?

-Kötü bir niyetim yoktu. Sabah gelecek misin?

Adamın son cümlesi Leyla’ya karşı duyduğu hissin sadece hastaya duyulan merhamet olmadığını gösteriyordu. Sabah Leyla’yı görmeyi istediği her halinden belliydi. Leyla neredeyse evinin önüne varmıştı. Kararsız bir şekilde adama döndü:

-Yarın görüşürüz.

-Yarın görüşürüz. Adın ne bu arada? 

-Leyla.

-Rıdvan ben de. 

Leyla evinin önündeki duvara yaslanıp Rıdvan’ın gidişini seyretti. Kafası allak bullak olmuştu. Cebinden sigara paketini çıkarıp bir sigara aldı. Yeşil maskesini indirip sigarayı yaktı. Rıdvan sokağın karanlığında kayboldu. Leyla elinde sigarayla hemen önünde park etmiş arabanın camının yansımasından kendine bakıyordu. Burnunun altından çenesine kadar uzanan yanık izine bakıyordu. Çocukken yaşadığı bir kazanın eseriydi bu. Leyla elini yanık izinin üzerinde gezdirmeye başladı. Bu görüntüye dayanamayıp yeşil maskesini taktı. ‘‘Böyle daha iyi.’’ 

Leyla ertesi sabah doktorla görüşmeye gitmedi…   

Adem İŞLER

Siteler Arasında Geçiş Yap
Puan verin...
[Oy Sayısı: 1 Puan: 5]